Come, come whatever you are, it dosen't matter....

Dinle, bu ney neler hikayet eder, ayrılıklardan nasıl şikayet eder...
Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsaz, hem müştak bir şeyi kim görmüştür...

10 Aralık 2011 Cumartesi

BU SAYFA TEZKERE BEKLER :)

Sevgili arkadaşlarım bilindiği üzere vatani görevimi yapmak üzere Ankara'dan ayrılıyorum. Bursa İl Jandarma Komutanlığında vatanimi görevimi tamamlayacağım. Şu ana kadar kendileriyle görüşemediğim veda edemediğim tüm arkadaşlarımdan özür dilerim. Malesef yoğunluktan ve elimde olmayan sebeplerden ötürü sizlerle irtibata geçemedim. Bu sebeple sizlere blogumdan veda ederken askerlik öncesi son paylaşımımı yaparak LEYLA ile MECNUN'dan sizlere güzel bir kliple veda ediyorum.

BEŞ AYA DÖNECEĞİM BEKLEYİN BENİ :)

29 Kasım 2011 Salı

BANA OLD AND WİSE'I ÇAL


 Aperitifler hoşunuza gitti mi? İşte size bir ÇAĞAN IRMAK filmi. Usta oyunculardan sinema filmi tadında bir kısa film.

ERKAN CAN yeterli mi sizin için :)

22 Kasım 2011 Salı

ARTVİN'Lİ YAPARSA BÖYLE YAPAR





Biz Artvin'liyiz arkadaş Atamıza olan sevgimiz kimseye benzemez. Onun içindir ki Artvin'e özgü eski adıyla ARTVİN BARI olarak bilinen yerel oyunumuza ATABARI ismini vermişizdir.

Memleketim Artvin'de Türkiye'nin en büyük Atatürk heykelinin yapımı tamamlandı. Gürcü heykeltıraş Yrd.Doç. Dr. Jumber Jikia tarafından yapılan heykelin açılışı, Artvin’in düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü olan 7 Mart’ta gerçekleştirilecek.



Sıtkı Kahvecioğlu Vakfı’nın kurucusu işadamı Sıtkı Kahvecioğlu tarafından Atatepe’de yaptırılan 22 metre yüksekliğinde ve 60 ton ağırlığındaki heykelde, Atatürk’ün Dumlupınar’da kayaların üzerinde yürüdüğü an canlandırılıyor. Kahvecioğlu, heykelin maliyetinin yaklaşık 1.5 milyon doları bulduğunu ifade ederek, "Heykelin tasarımı ve imalatı Tiflis Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Jumber Jikia’ya ait. Yapımında yaklaşık 100 kişinin çalıştığı heykelin inşası yaklaşık 1 yıldan bu yana sürüyordu. Artık vernikleme aşamasına geldik. Ülkemizin en büyük Atatürk heykeli artık Artvin’de gökyüzüne yükseliyor" dedi.

AÇILIŞ 7 MART’TA
Sıtkı Kahvecioğlu Vakfı Genel Müdürü Emrullah Saraç da "Heykelin alt bölümünde 500 metrekare kafeterya ve seyir terası bulunacak. Ayrıca heykelin yanında 60 metre direk uzunluğuna sahip, 216 metrekarelik bir Türk bayrağı dalgalanacak. Heykelin bulunduğu tesiste okçuluk ve silah atışlarının yapılacağı 4 katlı poligon binamız da yer alacak. Heykel ve çevresindeki tesisler sayesinde Artvin’e gelen turist sayısında da artış olacaktır. Artvin’in düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü olan 7 Mart aynı zamanda Sıtkı Bey’in de doğum günü. Bu nedenle açılışı 7 Mart 2012’de yapmayı planlıyoruz. Açılış törenimizde sürpriz etkinlikler de yer alacak" diye konuştu.
Atatepe’deki heykelin bittiğini öğrenen Artvinliler ise dev eseri görmek için bölgeye akın ediyor. 97 yaşındaki Bilal Keskinkurt, yaşlı olmasına rağmen bu dev eseri görmek için Atatepe’ye geldiğini belirterek, "Atamıza bu heykel yakışmış" dedi.




20 Kasım 2011 Pazar

CEHENNEMDE ATEŞ TÜKENMEZ....

Kadının biri seansta kocasının ruhunu çağırdı:
"Eyyy ruh, geldiysen masaya üç kere vur."
Masaya üç kere vurulduğunu duyan kadın, eşinin ruhunun geldiğini anladı ve ona sordu:
"Ey ruh, bizden bir dileğin var mı?" dedi.
ruh dileğini söylemekte gecikmedi:
"Varsa bir puro verin."
Medyum ve adamın eşi ruha bir puro verdiler.
Ruh, puroyu alır almaz bir anda çekip gitti.
"Ayy..." dedi kadın heyecanla  "Ona 'Cennette misin?' diye soramadım, hemen gidiverdi."
Bu yakınmayı duyan medyumkafasını kaldırdı ve  "Hanımefendi, merak etmeyiniz" dedi. "Eşiniz puronun yanında ateş istemediğine göre, pek cennette değil galiba!.."

KAVAK ile KABAK

Bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermişti. Bahar ilerledikçe, kavak ağacına sarılarak yükselmeye başladı. Yağmurların ve güneşin etkisi ile büyümesini hızla sürdüren kabak bitkisi, kısa sürede kavak ağacıyşa aynı boya geldi.

Bu hızla büyümesinden gururlanan bitki, bir gün daynamayıp kavağa sordu:
"Sen kaç ayda bu duruma geldin, ağaç?"
"On yılda" dedi kavak.
Kabak çiçeklerini sallayarak güldü:
"On yılda mı?" dedi. "Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak."
Kavak ise, kabağın bu sözlerine güldü:
"Doğru" dedi. "Çok doğru."
Günler günleri kovaladı ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye başladı, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başladı.
Bu kez biraz da kuşkuyla sordu kavağa:
"Neler oluyor bana ağaç?" dedi.
Kavak, sakin bir biçimde yanıtladı kabağı:
"Telaşlanmaya gerek yok" dedi. "Ölüyorsun."
Kabak hiçbir şey anlamadı:
"Niçin?" diye sordu.
Kavak, yine sakin sakin yanıtladı:
"Çünkü benim o yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için."

BUDA GELİR BUDA GEÇER MESSİ......

Fotoğrafta dünyaca ünlü iki futbolcu yer almakta birisi Javier Mascherano diğeri ise tabi ki Lionel Messi...

Dünyada A'dan Z'ye herkes tarafından tanınan Messi; Mascherano'ya hayran olan bir taksi şöförünün isteğini kırmayarak fotoğraflarını çekiyor.(Taksici nasıl olurda Messi'yi tanımaz anlayamadım)

Olay Arjantin'de hava alanında bekleyen taksiye Messi ve Mascherano'nun binmesiyle gerçekleşiyor. Taksici heyecan içerisinde Mascherano ile konuşurken bizim Messi salak salak takside arka koltukta oturuyor. Hızını alamayan taksici arkaya dönüp Messi'ye şöyle sesleniyor; "Birader sana zahmet olacak ama abimle iki kare fotoğraflarımı çeker misin? Durakta ki arkadaşlara gösterir şanımızı yürütürüz." Messi'de garibim naapsın eline aldığı taksicinin telefonuyla resim çekmeye çalışırken görüntülenmiş.

Bu arada Messi Iphone'dan başka telefon görmediği için sıradan telefonlarla nasıl resim çekildiğini bilmiyor doğal olarak. Yanlışlıkla sen git bas konuşla merkeze bağlan. Tabi abuk sabuk konuşuncada bide küfrü yemiş merkezden. Kaynak sağlam habere güvenebilirsiniz.

Ben olayı ikinci bir senaryo ile de kurguladım, şöyle ki;

Messi ile Mascherano taksiye binerler. Her ikiside arka koltukta oturmaktadırlar. Bir ara Mascherano ile taksici gözgöze gelir dikiz aynasında. Mascherano düşünceli bir vaziyette "Birader sen hiç La Pampa'da bulundun mu?" diye sorar. Taksici "bulunmamı be ya çocukluğum orda geçti benim" der.

(M=Mascherano, T=Taksici)
M: Yapma be o zaman sen şekerci Huanita'yı bilirsin.
T: Bilmem mi! Az çalmadık çoçukken şekerlerini. Birader nerde oturuyodun ki sen?
M: Biz hani şekercinin ordan sağa dönünce Aygır Zevalda karısının evi vardı
T: Evet biliyorum
M: Heh işte ordan sağa dönünce karşıda fırıncı var. Fırıncının iki bina sağında bi giriş vardı. Hani ortasında çamaşır yıkama havuzu olan dört tarafı binayla çevrili avluya girince sağdaki kapıdan giriş var Don Alehandro'nun evine çıkıyo.
T: Evet orayıda biliyorum.
M: Biz işte onların üst katında kalıyorduk.
T: Yapma ya e bende orda kalıyordum bir ara. Adım Fernando hatırladın mı?
M: Hatırladım tabi hatırladım. Sen beni hatırladın mı?
T: Yok ben seni hatırlayamadım kardeş kusura bakma.
M: Hani ben küçüktüm tuvalette kilitli kalmıştım korkudan altıma yapmış oda elbiseden taşmıştı ağzım yüzüm gözüm hep boka bulaşmıştı da sen çıkarmış beni götürüp çamaşır havuzuna atmıştın. Şimdi hatırladın mı abi?
T: Hadi ya boklu Javier sen misin? vay anası ya kocaman olmuşun. Şişt bana bak taksiye falan sıçıyim deme emanet ha....
M: Yok abi küçüktük o zaman artık yapmıyoruz. Abi be; bi fotoğraf çektirelim mi beraber? Hatıra saklarım ben onu.
T: Tabi çektirelim olum hatta benimkiyle de çekelim bende de hatıra kalsın. Birader (Messi'ye diyo taksici burda) sana da zahmet olcak ama Boklu Javier ile bi fotoğrafımızı çeksene; al telefonumu, bak orda yanda bi tuş var ona bascan ha. Uzun bas uzun...

İşte bizim Messi'nin telefonla resim çekme hikayesi böyle gerçekleşti.

19 Kasım 2011 Cumartesi

UÇAN GERGEDAN OLMAK MI? YOKSA KARADA KALMAK MI?

Uçan filden sonra uçan gergedan... Hayatın enterasanlığı işte kaçak avlanmalar ve doğal yaşam alanlarına verilen zararlardan dolayı soyu tükenmekte olan 20'ye yakın gergedan doğal yaşam alanından başka bir yere taşınmış.

Oldukça zorlu bir yolculuk olmalı bir gergedan için. İnsan evladının doğaya karşı yaptığı yanlışlardan biri daha; gerçi biz insanlar birbirimize karşı her konuda tevazu göstermekten bu kadar uzakken, hayvancağızların yaşam alanlarının, soylarının tehlikeye atılması devede pire kalır.

Savaş, açlık, ırza geçme, katliamlar ve daha birçokları... Hepsi bizim bu dünyaya geldiğimizden beri içinde bulunduğumuz pislikler. Ne elde etmek için bu savaşlar, ne için bu tatminkarsızlıklar. Eninde sonunda elde edeceğimiz; kimisine kara toprak, kimisine de kemiklerinin külü.

Her insan bunu bilmesine rağmen yine de kötülüklerinin pençesinden sıyrılamıyor. Evet, bizler; insanlar olarak bu zararsız doğanın en vahşi yaratıklarıyız.

APARTMAN DİYALOGLARI

Deve Kuşu Kabarelerinden Geceler adlı oyunda geçen bir sahne: Kapıcı ve Apartman sakini arasında geçen bir diyalog. Günümüzde böyle bir diyaloğa şahit olmak olanaksız. Umarım hoşunuza gider.


ADAM: Heyt dağıtırım ulan bu apartmanı...
KAPICI: Aman abi dur kurban olayım bişey dağıtma abi daha yeni toparladım tertemiz ettim ortalığı.
ADAM:E getirsene jileti tıraş olcaz.
KAPICI:Tam san bişey getiriyodum, bi bağırdın kafamı dağıttın ağabey, jilet miydi?
ADAM: Ulan bana bak 3 senedir hapisene burnumda tütüyor zaten oyarım Allah canımı alsın.
KAPICI: Herslenme kurban olayım o Lütfiye ablanın siparişi vardı onları verdim geldim ondan biraz geciktim ağabey.
ADAM:Lütfiye dedeğin hani şu bıy, bıy, bıy diye konuşan esrardan araklanan  karı değil mi?
KAPICI: İşte o meşhur Çene Lütfiye bu. Hem ekiyo hem içiyo hem satıyo.
ADAM: Nası yırttı ulan 6 ayda.
KAPICI: Boyna af çıkıyo bu memlekette bunlara ağabey.
ADAM: Bu af bana niye hiç tosalmıyo.
KAPICI: Sen ne kadar yattıydın.
ADAM: Birinci cinayetten 8 sene ikincisinden 6 sene 4.5 ay
KAPICI: İyi bişey vermemişler, sen bikaç tane daha götürürsün.
ADAM: Ulan daha ne vercekler 15 sene yattım
KAPICI: Öylemi üçüncüden ne verirler kısmetse.
ADAM: Vaziyete göre değişir.
KAPICI: Tabi vaziyete göre değişir.
ADAM: Kaza var.
KAPICI: Kazada başka,  nahiyede başka, ocakta başka, köy yerine başka           
ADAM: Apartman boşluğunda başka
KAPICI: Tabiii. Kaza geliyorum demez. Eceli kaza vardır, eceli musamma vardır birde eceli gelen kapıcılar vardır.
ADAM: Taammüden vardır.
KAPICI: Tahammül etmek zordur.
ADAM: Nefsi müdafa vardır.
KAPICI: Nefis müdafa yaparsın sen.
ADAM: Kapıcı delmek vardır.
KAPICI: Oyyy seninki de zor zanaat  biliyon mu ağabey en iyisi ben gideyim.
ADAM: Bana bak bi daha o esrarcı karıya takılırda beni burda bekletirsen seni yerim ha.Liğme liğme doğrar şişe dizer öyle yerim. Bi kapıcı bi domates, bi kapıcı bi domates arayada defne yaprağı. Heeyyyytttttttt ulan
(adam içeri girer.) 

KAPICI: Ne bağırıyosun ulan dayı mısın sen? Kimi yiyosun be? Gel lan buraya
(Kapı sesi duyulur kapıcı korkar bakarki bişey yok sırtı kapıya dönük olarak)
Hiç mi dayı görmedik ulan? Biz bize öyle zeybeklik yapıyosun ulan. Sen beni tanımıyosun. Ben böyle bi kafa korum, bi tane çakarım ben böyle yapıştırırım seni yerlere. Etlerini lağme lağme doğrarım böyle, sinirlerini ayıklarım güzelcene geriye bi bok kalmaz. Herif sırf sinir Allah'ın cezası baksana, et tutmamışki. kalan etleride toplarım böyle bıçak kıyması yaparım takkada, takkada, takkada; harlı ateşte bi öldürüm onları hayvanlara dokunmasın diye aleminyum kaplara servis köpek maması olarak...

(Kapıcı yüzünü evin kapısına döner bide bakarki  adam karşısında) aaaaaaaaa... sen ne zaman geldinki duydun mu bunları?
Dirit dira da diri di da diri dat diri ri ra dit diri rat diri diri diri diri diri diri dat (Çayda çıra yapabildiğim kadarıyla :)  ) (Kapıcı kaçmaya yeltenir ama başarısız olur.)

ADAM: Buraya gel, gel buraya ayı yogi. Gel çayda çıranı yakıcam.
KAPICI: Çayda çıra yok radyasyon var onuda yıkıyosun geçiyor.
ADAM: Tamam radyo nu açıcam gel.
KAPICI: Çekmeceye yeni gelen de öyle diyo. Bu ne ağabey.
ADAM: Cenaze paran.
KAPICI: Ben gidiyomuyum?
ADAM: Servisi bitir karşı kebapçıdan bi şiş al gel.
KAPICI: Evde domates var mı?............Defne yaprağı?.............. Mis gibi kokarım artık
ADAM: Ben de gidiyim mangalı yakıyim. Heeeeyyyyytttttt
(Adam içeri girer.)

KAPICI: Aman bozacı olacakmış dayı olmuş Allah'ın cezası seni. Taktı illa beni yiyecek. Herif beyaz yamyam. Ulan ben esasında seni yerim emme. Şu katil lafından biraz çekiniyom işte. Herkeste bu apartumanda bendeki şansa bak katili burda, hırsızı burda, esrarcısı, kaçakçısı burda.




4 Kasım 2011 Cuma

MERHABA UZAYLI BİZ DÜNYALI--2

Sevinç nidalarımızın sona ermesiyle birlikte yüzümüzde ki aptal gülümsemeyle birlikte GOLOSUS TAMPERA'ya ayak basmış olmamızın mutluluğunu son olarak süslü osurukla taçlandırarak gezegenin keşfi için yola koyulduk.

Ekipmanlarımızı da yanımıza alarak koca koca kanyonları aşarak en sonunda şehir merkezine vardık. Şamşemel Rıza tabelada yazan "Bok mu vardı da Colosus'a geldiniz?" yazısını göstererek;
_Abi biz buraya ne bok yemeye geldik? afedersin ama, diye sordu.
_Şamşemel zıççam kafana şimdi ne soruyon olum gel şurda "Babanın Yeri" yazan mekana bi girelim ne var ne yok bi görelim.

Mekana girer girmez hemen bizi bi masaya oturtup menüyü elimize tutuşturdular. Aman Yarabbi ecüş büçüş yaratıklar bunlar ne yav nereye düştük Şamşemel dememe kalmadı. Etrafımızı onlarda ecüş büçüş yaratık sarmasın mı? Sarmasaydı güzel olurdu ama ne yapalım sardı bi kere. Çiftli flaşlar patlıyor, üç ölçekli kameralarla çekimler yapılıyor ve ecüş büçüş olan çirkin mi çirkin, altı bacaklı, dazlak kafalı, dört kollu, iki parmaklı bir yaratık elinde Bülent Ersoy mikrofonuyla ajanslara son dakika haberi geçiyor.

Ben dayanamdım tabi onu görünce öyle ecüş büçüş ağzımdan çıkıverdi:
_Cenab'ül Rabbel Alemin hikmetinden sual olunmaz ancak bunuda mı sen yarattın? Aceleyemi geldi bu biraz ne. Onlar ne öyle, onlar ne öyle tarlalarda boka mı bastın ne şurdaki daşlara kayalara sür, daşlara kayalara sür ki geçsin. Aman Yarabbi bu ne böyle yaklaşma yanıma bi gözünü oydum mu lakkadak denize atarım seni  gulu gulu boğulursun....

Beni duyunca bu uzaylı başladı 5,4,3,2,1,0 diye saymaya.
Ters sayıyosun diye bağırdım. Kafa üstümü düştün. Dönde say, dönde say diye telkinler vermeye başladım uzaylıya.

Ben böyle söyleyince uzaylı "acele etme kendimizi Türkçe'ye programlıyoruz" dedi.

Meğer kendini Türkçe'ye programlamış bizde anlayalım diye. Nede olsa uzaylılar görgülü yaratıklar biz insanlar gibi görgüsüz değiller.

Ecüş büçüş spiker:
_Evet sayın izleyicilerimiz Ulusal Gezegen Dışı Anlaşılamaz Varlıkları Araştırma ve İncelemesinden Sorumlu Olan Kerkenez Araştırma Dairesi olan UGDAVAVEİSOKAD'ın son yapmış olduğu "Basın Üstüne Basın" toplantılarında kamuoyuna açıklamış oldukları  gezegen dışı uzaylı varlıklar topraklarımızda bulunmakta; bizde an ve an gelişmeleri canlı yayında sizlerle paylaşmaktayız.

İşe bak uzaya bi kere çıktık onda da başımıza gelmeyen kalmadı. Hadi hayırlısı bakalım, bu daha başlangıç. Bakalım bundan sonra başımıza ne gelecek.

2. BÖLÜMÜN SONU

1 Eylül 2011 Perşembe

HER DUYULANA İNANMAMAK LAZIM...


Hayat acı tesadüflere bayılır. Hayatın cilvesi dedikleri bu olsa gerek; işte karşılaşılan acı gerçek, ama umutsuzluğa kapılmamak gerek. Çünkü birgün belkide gerçekleşmesi söz konusu olan bir tesadüf hayatınıza giriverir....

28 Haziran 2011 Salı

HAYAT GEÇMİŞLE ANLAM KAZANIR


Ömür kısa bir serüvenden ibaret.

İnsanoğlu ömrünün son demlerinde ardına baktığında geçmişinin ufak bir pencereden ibaret olduğunu görür. Biraz daha dikkatli baktığında ise; o pencereyi takip eden binlerce pencere peşpeşe sıralanmış şekilde sana ömrünün en evcil duygularını sunuyor.

Aslında o penceler; bizi bir odadan başka bir odaya sürükleyen, yaşamımızın en mahsun hikayelerinin terk edildiği, avucumuzda yeşermesini beklediğimiz filizlerin yalnızca iki damla gözyaşıyla hayat bulduğu terli coğrafyamızdan başka birşey olmadığını anlatan şiirsel bir olgu...

2009'un en iyi kısa film ödülünü alan bu muhteşem film; bize geçmişin hayat öpücüğünü sunacak ve o hayat bize belkide geleceğimizi şekillendirmemiz için fırsat verecek...

GEÇMİŞİ UNUTTURMAMAK İÇİN; O ANI YAŞAYABİLMEK İÇİN.....

VİCDAN NEDİR?

Ey Oğul, dedi Adem:
Vicdan, kaybetmeye en fazla hakkımız olduğu anda koruyabildiğimiz şey değil mi?


Değil mi ki özü ateş olan varolmak için yakmak zorunda. Yakacak birşey bulamayınca kendisini yakmak zorunda.

İşte vicdan, bize özümüz ateş de olsa yakmamayı öğreten...

5 Haziran 2011 Pazar

KARADENİZ'İN İNCİ TANESİ NENELERİMİZ


GENÇLİK BİR KUŞTU UÇURDUK TUTAMADIK, İHTİYARLIK BELAYDI GEZDİRDİK SATAMADIK............
 
Oy nenem can ben senin ellerin öpem. Nede gözel anlatiyersın herşeyi. Karadeniz bir nesildir; insanı ise candır. Bu canda karadenize kurbandır. Biz memleketimiz olmadan yapamayız; çünkü, havasını da, suyunu da, isanının neşesini de, hüznünü de hep içimizde yaşatmışız. Ne kadar uzun süre o topraklarda yaşadığınız önemli değil; önemli olan o neslin şerbetinden içmiş olmaktır. Onun içindir ki her daim oralarda olamasakta mutlaka oraları yaşadığımız diyarlarda yaşatmışızdır.

Yazdıklarımın videoyla pek bir ilgisi yok ama her karadenizli en ufak bir memleket gülümsemesine kayıtsız kalamaz.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Memleketimden İnsan Manzaraları

Canım ülkemden güzel insan manzaraları sunalım istedim bugün. Nerden mi aklıma geldi? Belediye otobüsünde son durağa gelmesine rağmen hala duracak butonuna basan tonlarca insanla karşılaşırsanız, ağzına kadar dolu olan dolmuşu durdurup " ay çok doluymuş nereye binsem acaba (sanki seçenek varmış gibi... nereye bineceksin tabiki birimizin üstüne) inecek var mı acaba? ona göre bineyim." (duyanda şehirler arası dolmuşa biniyor zanneder herhalde bir inecek çıkacak ama 100 metre sonra ama 3 kilometre sonra) diyenlerle karşılaşıyorsanız ya da müşteri söylemeden dolmuş şöförü erken davranıp "gel abla ilerde inecek var" diyerek müşteriyi kaptığına şahit oluyorsanız, sadece bunlar olsa iyi daha bir çok bunun gibi farklılıklarla karşılaşıyorsanız illaki sizinde aklınıza gelmiştir. Şimdi birazda işe görüntü katalım diyorum:


 

Ha bu benum karadenuzlu hemşerilerum çok yaşayun siz emi :)

Hani Yorumsuz! derler ya buda öyle bişey. Arabanın satılık  olduğunu söylemiş söylemesine ama ayrıntıları verirken başka bi aleme dalıp gitmiş.  







Hanım teyzemiz acaba heykellere mi takıldı yoksa helkel olduğunu anlamayıp renklerine mi takıldı doğrusu anlamak mümkün değil. Ama ortada bir dedikoduya kulak kabartıldığı kesin :). Hatta kulak kabartmakla kalmamış direk olayın içine dahil olmuş :D ne diyim








Ha bu Çamlıhemşinliler coğrafyaya yeni bir boyut kattılar. Hesaplama yeteneklerine hayran kaldım; yaratıcı zeka diye buna deseler gerek.








Eskiden asansör vardıda biz mi işemiyorduk? zamane çocukları her yaptıkları bir olay :) dikkat etsede bari elektrik kaçağı falan olmasın asansörde yoksa çok canı yanar veledin :)









Yurdun her yerinde böyle belediye olsa ortalığı b*k götürür herhalde :) Ama adamda haklı be birader belediye işçisi para yok diye eylemde kim temizleyecek ortalığı başkan mı? koy ver gitsin demiş kanımca








Hani derler ya "ben bu hayatta hiçbişeyden ölmesen bu kadınların dırdırından ölürüm" diye :) işte size hemde tescillenmiş örneği... Ağam üzülme sen ne ilk oldun ne son olacaksın :)









Adam müşterinin pisuvarı kullanamamasından o kadar dertli ki; son çare olarak pisuvarın hangi bölgesine işeyeceğinin bile resmini çizmiş. Buda işe yararamazsa pisuvarların hemen üstüne taktıracağı LCD lerle görüntülü olarak anlatacakmış :)









Kızdırmayın benim yöneticimi :) Merkezi sistemin yaraları da bu olsa gerek paraya ihtiyaç duydun mu kapatıyorum ulan  kaloriferleri n*h ısınırsınız :) yiyosa yatırmayın bakayım paraları haaa






Bizim bölümde de Hüseyin Abi hazırlardı soruları :) hemde sınava 5 dakika kala :) Normal olsa gerek; yıllarca hizmetlilik yapmışsın o kadar tahta silmiş ders notu çoğaltmış sınav sorusu çoğaltmış adamsın hersene birkaç cümleyle emekli olmaya yakın profesör kıdemiyle emekli olursun :). Canım Türkiye'mde hastane hademeleri doktorluk yapıyorda hizmetliler neden  soru hazırlamasın 





Hepsini anladımda madde madde yazarken neden "ISRAR DA EDİLMEZ" lafına iki yıldız atmışlar ve daha büyük yazmışlar onu anlamadım. Adama hakkını teslim edelim dahi manasına gelen de'yi ayrı yazması dilbilgisi konusundaki tecrübesini ortaya koyuyor. Benim badigardım bile okumuş kardeşim :)

10 Mayıs 2011 Salı

MERHABA UZAYLI BİZ DÜNYALI--1

Son zamanlarda hep bir uzayda hayat var mı(?) ritüeli dönüp dolaşıyor ortalıklarda. Acaba gerçekten uzaylı var mı? Dünya'ya saldıracaklar mı yoksa ziyarette mi bulunacaklar. Gelirlerse ne olacak? Net bir cevap henüz ortaya atılmış değil. Herşey farazi. Ben de düşündüm olayı biraz mizahı boyutuyla ele alayım dedim.

Şimdi uzaylılar bize değilde, biz uzaylılara ziyarette bulunsak nasıl olur diye düşündüm.

Herşey yeni bir gezegen keşfetmemizle başlasın. Gezegenide biz TÜRKLER keşfettik yanlış olmasın ha. Dünyadan tam olarak 75 Galaksi Bilmarmilyon yılı uzaklıkta olan bu devasa gezegenin adını COLOSUS TAMPERA koymuş olalım. Devlet büyüklerimiz televizyon ekranlarında her ay gerçekleştirdikleri geleneksel RANT PAYLAŞIMI günlerinde bu konuyu ele aldılar ve Türk milleti olarak yeni icat etmiş olduğumuz ÖYLE BİR GEÇER Kİ adlı uzay aracıyla COLOSUS TAMPERA'yı ziyaret etmeye karar verdiler. Aslında; ya bi gidip görelim ne var ne yok maksadıyla ortaya atıldı. Hani eskiden mahalleye taşınan yeni bir aile oldu mu,  tüm mahalleli toplanıp hoşgeldin'e giderdiya (bide güzel kızı varsa yeni komşunuzun bütün mahalle gençliği hoşgeldine giderdi sonra oturacak yer kalmazdı evde). Kalmadı böyle eski adetler ama velhasıl böyle olduğunu düşünelim.

Mahallece atladık bizim yeni icadımız olan ÖYLE BİR GEÇER Kİ aracına; trafik kurallarına uyan kim 8 saatlik yolu makas ata ata 4 saat 28 dakika 16 saniye 53 salise 36 mikro salise 65 double mikro salise (daha var da uzatmayalım) de aldık. Vardık bizim COLOSUS TAMPERA gezegenine. Toprağa ayak basar basmaz bizi karşımızda COLOSUS TAMPERA'YA HOŞ GELDİNİZ tabelası karşıladı. Hemen arkalarında çoşkulu bir kalabalık ellerinde 24 parça altın işlemeli kenarları oyalı bayraklarla hortumlu gırnata ekibi karşılıyordu bizi. Repertuarlarında bizi karşılama seramonisi olarak KARA ÇALI adlı türküye yer vermişler; oda nesi hortumlu gırnata ekibi şefi bizim Serkan ÇAĞRI değil mi? Herhalde bunlar baba tarafından trakyalı olmalı.  Neyse anlarız birazdan; boyları 70 cm bile değil, çeşit çeşit renkteler, Galagagosca konuşuyorlar. Allah'tan bizim TÜRK KONSOLOSU'DA ordaymışda o tercüme etti bize konuşulanları.

Bir dakika ya biz bu gezegeni daha yeni keşfettik konsolos, hortumlu gırnata ekibi, Karaçalı türküsü,  Serkan Çağrı falan ne alaka hemen COLOSUS TAMPERAYA ayak basışımızdan tekrar alıyorum.

Uzayda yer çekimi etkisinin ortadan kalkması ile birlikte bizde çartlak etkisi yapsa da sorunsuz bir uçuşu geride bırakmış vaziyette gezegene ayak basmanın sevincini timsah öğürüşü ardından üçlü sektirme ve son olarakta iki torba candy  ile kutluyoruz.

1. BÖLÜMÜN SONU
DEVAMI ÇOK YAKINDA GELECEK...

1 Mayıs 2011 Pazar

Doğa için Çal Üçlemesi


Doğa için çal projesi kapsamında çeşitli sanatçıların yer aldığı klip çekimlerine bir yenisi daha eklendi. Üçüncüsü yapılan projenin bu klip çekiminde bir nevi üçleme yapılmış.
Gesi Bağları, Çemberimde Gül Oya, Çayeli'nden Öteye parçalarını seslendiren sanatçılarımız gene harika bir iş çıkarmışlar.
Akçaabat Folklor Derneği, Barbaros Cinpir, Bekir Ünlüataer, Ebru Kurtoğlu, Sevcan Orhan, Fuat Saka, Fatih Ahıskalı, Göksel Baktagir, Gülçin Ergül, Gülden Karabudak, Mamuka Gaganidza, Naseem Nahid ve daha birçok değerli yorumcunun hem enstüramanlarıyla hem de sesleriyle katkıda bulundukları bu çalışmanın üçüncü ayağını DOĞA İÇİN ÇAL ekibi gururla sunar ...


keyifli dinlemeler :)


NOT : Doğa için çal projesinin tüm çalışmaları blogda yer almaktadır. Her üç videoyu izlemek isteyen arkadaşlara duyurulur.

26 Nisan 2011 Salı

Şıkandal Şıkandal Şıkandal


Biri bu adama DURRRR ! desin diyeceğim ama topyekün millet dur demesine rağmen hala koltuğunda. Anlaşılan duru yanlış anlamış; koltukta durarak dur ihtarına riayet ediyor. Bizede böyle başkanlar lazım.

Hani masalların sonunda gökten 3 elma düşer ya gerçek hayatta artık gökten Ali Demir ve ÖSYM düşmeye başladı tepemize. Galiba bayağı sert bir hatırada bırakıyor sanırım kursağa kadar. Darısı benim başıma ne diyeyim kaçış yok gibi gözüküyor.

Ceddin deden neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduların pek çok zaman
Vermiştiler dünyaya şan

diyerek ÖSYM topraklarına sefere çıksak acaba fethedermiyiz. Bakarsınız Bre Mel'un Yezid Bizansımtrakösym imparatorunu esir alır, toprakların fethini gerçekleştiririz. Olur mu olur dedelerimiz bu dörtlükle Viyana kapılarına dayanmış. Çok değil bizde Ösym kapılarına dayanırız.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Derviş ve Ölüm

Hokka ile kalemi ve yazmakta olan şeyleri tanıklığa çağırıyorum;
Yanıltıcı akşam karanlığı, gece ve gecenin canlandırdığı her şeyi tanıklığa çağırıyorum;
Ayın ondördü ile şafak vaktini tanıklığa çağırıyorum;
Her insanın daima zararda olduğuna dair. Her şeyin başlangıcı ve sonu olan zamanı tanıklığa çağırıyorum.

4 Mart 2011 Cuma

Doğa İçin Çal---Divane Aşık Gibi




DİVANE AŞIK GİBİ (KÜNYE)

Yönetmen - Yapımcı: Fırat Çavaş
Yardımcı Yönetmen: Tayfun Turan
Kurgu: Fırat Çavaş
Ses Asistanı: Cemre Kabaş
Söz, Müzik: Hasan Tunç
Edisyon: Kalan Publishing - Mesam
Düzenleme: Fırat Çavaş
Kayıt, Miksaj: Stüdyo Çatı
Mastering: Barış Büyük
Web Dizayn, Grafik tasarım: Vildan Özfenerci
Set Fotoğrafçısı: Batu Akyol
Sponsor: Kriweb.com

Divane Aşık Gibi müzisyenleri:

Akın Vardar, Aslı, Ayça Işıldar, Aydinç Kişin, Ayşegül Şirin, Aytaç Bayladı, Barbaros Cinpir, Begüm Günceler, Bestem Yuvarlak, Bilge Kösebalaban, Bora Yalçındıran, Burak Şahin, Can Şengün, Cana Çankaya, Cemre Kabaş, Deniz Gökçeler, Emir Yaşar, Emrah Çokünlü, Emrah Demiralp, Emrah Karaca, Ersan Özcan, Esma Er, Ezgi Özcan, Fatih Ertür, Fırat Çavaş, Göray Özcan, Kutsal, Lütfü Evin, Mehmet Can Narin, Mertkan D. Yılmazer, Muhammet Ali Şengün, Murat Evgin, Nejdet Parlar, Ozan Tügen, Özgür Kankaynar, Özlem Türay, Ramadan, Serdar Öztop, Serkan Çevik, Sinan Keskin, Tayfun Turan, Tolga Kıyak, Utku Yerebakan, Yasemin Altuğ, Yiğit Özdemir

Özel Teşekkürler:
Osmantan Erkır
Süheyla Yengi
Popstar Alaturka Ekibi
Mark Johnson
PFC Team
Semra Blake
Hasan Saltık
Erol Sevindik
Volkan Yalazay
Ayça Çavaş
Özcan Özfenerci
Ömer Faruk Albayrak

2 Mart 2011 Çarşamba

BLOGUMA DOKUNMA


Digitürk'ün süper lig yayın ihalesi koşulları gereğince illegal maç yayını yapan veya maç özetlerini yayınlayan blog sitelerinin kapatılması talebiyle Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemsinde Digitürk tarafından açılan dava sonucunda mahkeme blog sitelerinin kapatılması yönünde karar vermiştir.

İnternette yaklaşık 4 milyon türkçe içerikli blog sitesi mevcut ve bu sitelerinden % 95 inden fazlası bu işlerle uğraşmamaktadır. Ancak kısıtlama tüm blog sitelerini kapsayıcı yönde olmuştur. Digitürk Google yönetimi ile irtibata geçmiş ancak gerekli tedbirlerin alınmaması üzerine mahkeme yoluna başvurmuştur.

Peki burda suçlu kim; Digitürk mü?, Mahkemeler mi?, Google mı?, İllegal yayın yapan blogger mı? yoksa Biz mi?

Mağduriyetimiz gün gibi ortada; kendi blog sitelerimize erişimimiz kısıtlandı. Madem erişim engellendi bu yazıyı nasıl yazıyor sunuz? diye soracak olursanız eğer; hiç istemesem de, içime sinmesede, kendi blogumu alternatif yöntemler sayesinde kullanmak biraz suçluluk duygusu uyandırmıyor değil; fakat, yine de bu yazıyı kendi blogunda erişilememesine rağmen yayınlamayı doğru bulduğum için bu alternatif yollara başvurdum.

Blogumun kapatılmış olması bende sanki bir pornografik yayın yapıyormuşum, irticai faaliyetlerle ilgileniyormuşum, terör örgütüne sözcülük yapıyormuşum, illegal oluşumlarla suç örgütleri kurulmasına yardım ve yataklık ediyormuşum veya illegal yayınlar yayınlıyormuşum hissi uyandırmıyor değil. OYsa ki; ben bunların hiçibirine bulaşmadım benim gibi 4 milyona yakın bloggerda bu işlerle ilgilenmedi ancak sorumlusu bizmişiz gibi davranılarak tüm blog sitelerine erişim engelleniyor.
Yazının üsteki bölümlerine dönecek olursak eğer suçlu kim sorusuna şu yanıtları verebiliriz.

1) Google Yönetimi: Onca uyarı ve ricaya rağmen daha önceki dönemlerde dahi bu ve buna benzer konularda üzerine sorumluluk almayan; beni ilgilendirmez tavrını takınan sorumsuz ve burnu büyük Google Yönetimi. Türkiye'nin artık Google için belli başlı kural ve kaideleri uygulaması gerekmektedir avrupa ülkeleri gibi yani Google babasının çayırındaymışcasına at koşturmamalı.

2) Mahkeler: Türkiye'de mahkeler önüne gelen her site kapatma davasını onaylıyor. olacak iş değil. Son dönemlerde 2500 ten fazla site kapatılmış. Mahkemelerin haklılık payı var; ancak bugün bizim mağdur olduğumuz gibi bu 2500 sitenin içinde de mağdur olanlar var youtube, flicker gibi blogspot gibi...

Keşke sadece zararlı içerik olan siteler kapatılsa ama maalesef her site kapatılır durumda.

3) İllegal yayın yapan bloggerlar: Haklı hiçbir sebebi olamaz bu bloggerların; tespit edilip gerekli cezaların uygulanması gerekmektedir. Ancak ne ceza uygulanırsa uygulansın bu illegal yayınların önüne geçmek mümkün değil. bu sebeble yayın organlarının buna farklı bir çözüm bulması gerekirse anlaşma yoluna giderek ortak yayın yaparak cüzi miktarlarla da olsa burdan para kazanma yoluna gitmelidir.

4) Digitürk: Kendi hakkını savunması gayet doğal 321 milyon doların hesabı var ortada. Saygı duyarım; ancak, hakkını savunma şekli fevkalade yanlış. Yayın ilkeleri diyerek, bize para vermeden maçları illegal yollarla izletiyor diyerek veryansın ediyorsun mahkeme kapılarını aşındırıyorsun.Sonra üç beş site için tüm bloggerların aylarca, yıllarca verdiği emeği çöpe attırıyor. Onların özgürlüklerine balta vuruyorsun. Digitürk olarak bu sorunlarla böylesine mücadele etmek 321 milyon dolarlık yatırımla mı aklınıza geldi. Günümüz teknolojisinde hangi siteyi yasaklarsan yasakla erişimin bir şekilde gerçekleşmesinin mümkün olduğunu bilmezmiş gibi digitürk 4 milyona yakın bloggerın tepkisini almaktan hiç çekinmiyor. Bu yapılan uygulama digitürke sadece üye kaybettirir.

Şimdi digitürke şunu sormak istiyorum:

Madem bu kadar yayın ihalelerindeki kararların arkasında durmak için uğraşıyorsunuzda. Peki ama neden kafeteryalara bu konuda bir yaptırım uygulamıyorsunuz. Senden bir üyelik alıyor her hafta yüzlerce kişiye maç izlettirip dünyanın parasını kazanıyor; onlara da yasak getirmek için dava aç. Maçları izlemek isteyen herkes evine digitürk alsın diye karar versin mahkeler. Hatta buda yetmez evlerde ki digitürk yayınları için maç olan günler sadece ev halkı tarafından izlensin diye önlemler aldır. Bunun için önerimde var; mesela, üye olan her haneye tarafınızca gönderilecek bir adet güvenlik görevlisi olsun ki, üye ve o ev halkından olmayanlar katii suretle digitürk tarafından yayınlanan maçları izlemesin. Bakarsınız bu seferde evde maç izlettirip para alır ev sahibi bizden söylemesi. Önlem almak gerekir.

Sizde gönül rahatlığı ile arkanıza yaslanır, yayın ilkelerine bağlı kaldığınız için kendinizle GURUR DUYARSINIZ...

20 Şubat 2011 Pazar

DOĞA İÇİN ÇAL...



Doğa İçin Çal, bir agaclar.net projesidir.

Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor.

Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık...

Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil.

En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var!

Çok şey sadece günü kurtarmaya yönelik.. Doğayı yok sayarak yapılan her şey, geleceğimizi biraz daha belirsizleştiriyor. Komik olan, korunmak doğanın umurunda bile değil. O nasıl olsa, öyle ya da böyle var olacak... Vay bizim halimize...

İklim değişiklikleri, seller, taşkınlar, bunlar dünya kabuk bağladığından bu yana hep var ama son yüz yılın grafikleri öncekilerle benzerlik göstermiyor, kendi elimizle yaptıklarımızın, bu kötü gidişe direkt etkisi var. Önceleri düşe kalka yaşıyorduk, artık kıçımızın üstünde hızla kaymaya başladık. İşin bilimiyle uğraşan herkes bu konuda hem fikir. Çevreci hareketler, bu gidişi durdurulması gerektiğini herkese anlatmaya çalışıyor.

Agaclar.net olarak başından beri işin neresinden tutacağımıza bakıp durduk. Yaptığımız her şeyde bu amacın izi var. Daha neler yapabiliriz?

Doğa sorunlarının evrenselliği, doğanın insanlara mekan ve kaynak oluşuyla, müziğin evrenselliği ve insanların ortak dili oluşu arasındaki bağ, projenin çıkış noktası oldu.

Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan...
Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok...

Dünyanın çivisini çıkaranlar kadar, bunu seyretmekle yetinenler de benzer biçimde sorumluysa, çözümler bulmak ve uygulamak zorundaysak, her vesile ile hatırlamalı, hatırlatmalıyız.... Hem değişim gerektiğini bilip, hem "Şöyle yap, böyle yap" laflarını dinlemediğimize göre, "ne yapmalıyım" diye düşünmek gerektiğini her dinlediğinde hatırlatan bir müzik işe yarar mı? En azından konunun farkında olanlar için, arka planda fazladan bir vicdan azabı durumu yaratır mı?

"Birlikten kuvvet doğar" mı? Tek tek düşündüğümüz, anlatmaya çalıştıklarımız, hep birlikte, bir ucundan tutarak ortaya konduğunda verdiği enerji artar mı?

Agaclar.net'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal!

"Divane Aşık Gibi" yollarda dolaşmaktan başka, hem mecazda hem de fikirde "Sen yağmur ol, ben bulut, Maçka'da buluşalım" diyoruz.

NOT: BU YAZI DOĞA İÇİN ÇAL PROJESİNİN RESMİ İNTERNET SİTESİ http://www.dogaicincal.com'dan ALINTIDIR.

7 Ocak 2011 Cuma

Yarı Final Öncesi 1988 Avrupa Kupası Kare As'ı


Batı Almanya - Lotthar Matthaus
İtalya - Gianluca Vialli
Hollanda - Frank Rijkaard
Sovyetler Birliği - Rinat Dassayev