Come, come whatever you are, it dosen't matter....
Dinle, bu ney neler hikayet eder, ayrılıklardan nasıl şikayet eder...
Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsaz, hem müştak bir şeyi kim görmüştür...
Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsaz, hem müştak bir şeyi kim görmüştür...
22 Haziran 2013 Cumartesi
"VAV" olsa kafî
Hafız Osman Efendi bir gün Üsküdar'dan Eminönü'ne sandalla geçecek olmuş. Sandal yola koyulduktan sonra, sandalcı ücretleri toplamaya başlamış. Hafız Osman Efendi para kesesini yanına almadığını fark etmiş o anda. Sandalcı ücret için yanına gelince utana utana; başı eğik bir şekilde.
-"Efendi kusura kalma para kesemi yanıma almayı unutmuşum. Ama sana ben bi "VAV" çizeyim gidip bedesten'de bu çizdiğim "VAV"ı satarsan paranı alırsın" demiş ve hemen çizmeye koyulmuş.
Sandalcı gönülsüz bir şekilde bu "VAV"ı almış.
Günün birinde sandalcının yolu bedestene düşünce aklına gelmiş, "VAV"ı satıp paramızı alalım diye. Yakınlardaki bir Hattat dükkanına gidip, elindeki parşömene çizili olan "VAV"ı kaça alacağını sormuş.
Hattat bu "VAV"ı görür görmez Hafız Osman Efendi'nin "VAV"ı demiş ve açık arttırmaya çıkarmış. Epey bi paraya satılmış, sandalcının da neredeyse iki haftalık kazancı kadar para geçmiş eline. Pek mutlu şekilde dönmüş sandalına.
Günlerden bir gün sandalcı sandalında Hafız Osman Efendi'yi görmüş, yanına gitmiş, Hafız Osman Efendi de para kesesini çıkarmış.
Sandalcı: -"Efendi paraya lüzum yok sen bi "VAV" daha çiz kafîdir bana" demiş.
Hafız Osman Efendi: -"Efendi o "VAV "her zaman çizilmez sen dua etde bir daha ki sefere para kesemi unutmuş olayım."
19 Haziran 2013 Çarşamba
AŞK-I LATİFE

Yalnız bir kişi kalmıştı, yüreğini sevdasıyla ısıtan tek bir adem oğlu kalmıştı yeryüzünde. Pürü pak bir güzelliğe hayran olmuş, aşkla yanan, her nefeste ciğerlerini yakan, gözyaşlarını pınarlara karan, yüreğinin çırpınışını kafesine gizleyemeyen tek bir adem oğlu. Dünya saltanatından elini eteğini çekmiş, var olan aşkına tutunmuş; gözünü, gönlünü o aşkla açmış ve o aşkla kapamaya yemin etmiş, yüreğinde yalnızlıkla sevdayı harman etmiş bir adem oğlu. Ne var ki; bu adem oğlu Âhu-yu Simin'ini görmeye mazhar olamamış. Bilmeden, görmeden tutuşmuş bu aşkla.
Gün dönümü yaklaştığında garip adem oğlunun hiç görmediği; ancak aşkıyla yanıp tutuştuğu Ârâm-ı Cân'ının yolu adem oğlunun diyarına düşmüş. Bu diyarda kim görse bu güzeli, aşk-ı lâl olmuş. Ağaçlar, yoldan geçen bu güzele hürmeti kusur etmez olmuş. Ayaklarını sürdüğü toprak yolları dallarıyla süpürür; can-ı tenlerine şifa ararlarmış. Kuşlar can yakarışıyla semayı ağlatır; gökyüzü, güneşe hasret gündöndü gibi aniden açılırmış. Güneş yakıcılığından vazgeçip nurla ısıtmaya, aydınlatmaya başlamış etrafı. Çiçekler açtıkça açıyor, güller kızardıkça kızarıyormuş. Toprak dile gelip; "Ey kudreti hükmüne tâbi güzel; sensin yoluna can, aşkına canan olduğum; sensin hatrına yer ile yeksan olduğum, sen bu cihan-ı alem'de hangi diyara göç edersen et, hangi diyara ayak sürersen sür, ben senin için bu taş dolu yolları pamuk tarlası hâlk ederim." diyerek ona olan hayranlığını dile getirirmiş.
Bu kızın güzelliği öylesine büyüleyiciymiş ki; hiçbir adem oğlu onun bu güzelliğine akıl sır erdiremiyor, hayranlığını gizleyemiyormuş. Hangi diyara gitse, kime görünse o kişi aşkın şabından tadarda ona hayran olur, güzel cemalini gözünün önünden aklının bir köşesinden atamaz olurmuş. Deliye değil, divaneye dönerlermiş. Sanki hiçbiri dünya nimetlerinden bu denli zevk almamış gibi, öylesine ağyar olurmuş zevk'ü cihana. Bu aşkın tecellisinden, büyüsünden kendilerini alıkoyamaz bir cenderede kendilerini bulurlarmış. Bu güzeli gören bir daha gözünde hiçbir şeyin güzelliğine kıymet vermezmiş. İşte böyle bir diyarda; hatemli yar, herkesin kalbi vuslatında yer etmiş kendisine.
15 Haziran 2013 Cumartesi
CAN VEREN PERVANE OLMAK...
Bir gece pervane böcekleri toplanıp bir mumu nasıl bulabileceklerini tartışırlar. İçlerinden biri "Hepimiz birden gidip boşuna yorulmayalım. Birimiz bir mum bulsun, gelip bize haber versin" der.
Bir pervaneyi seçer gönderirler. Gönderdikleri pervane böceği uzakta bir köşk, köşkün içinde de apaydın bir mum görür, döner geri gelir. Gördüğü, anladığı kadarıyla mumu anlatmaya başlar.
Yaşlı bir pervane, "Senin mumdan haberin bile yok!" diyerek onu kınar.
İkinci bir pervaneyi gönderirler. Bu seferki, kendini muma şöyle bir atar, sonra dönüp gelir. Mumdan bahseder, ona nasıl kavuştuğunu, sıcaklığını anlatır. Yaşlı pervane onun da sözünü kesip, "Senin bu anlattığın da mum değil. Sen de öbürüne benziyorsun, anlamadığın şeyi nasıl anlatabilirsin!" der.
Son gönderdikleri pervane ise mumu görünce adeta sarhoş olur. Sevinçle ateşe atılır, ateş onu tepeden tırnağa sarar. Bütün vücudu alev alır, kıpkırmızı olur.
Diğerlerini kınayan yaşlı pervane uzaktan mumun bu pervaneyi onurlandırıp kendi rengine boyadığını görünce, "İşte bu işi yalnız o başardı..." der. "Ki nereden bilsin... mumdan yalnız onun haberi var." Bu dünyada gerçeği bulan, her şeyden vazgeçen, dünyadan bihaber kişidir.
SEN DE CANDAN, CİSİMDEN UZAKLAŞ Kİ
CANANA YAKLAŞASIN.
14 Haziran 2013 Cuma
Pervane Kendini Niye Yakar?
Pervaneye kişilik isnad edip, ihtiyarı ile kendini yaktığını ima eden şu başlık; “Pervane Niye Kendini Yakar”, bir edebi metne ait değil. Pervanenin malum yanışını, ışık kaynağı ile görüşü arasındaki açılar bakımından izah eden bilimsel bir makalenin başlığı. Özetlemek gerekirse milyonlarca yıl önceki bir başlangıçta, ay ışığına yönelerek yönünü bulmaya alışmış olan pervane süreç içinde yapay ışık kaynaklarına yönelmeye başlıyor. Bakışındaki teta açısı doksan dereceden büyükse pervane kaynaktan uzaklaşıyor. Eğer teta doksan dereceye eşitse geçiyor ve gidiyor. Ama eğer ışık kaynağına, teta açısı doksan dereceden küçük bir görüş açısıyla bakıyorsa pervane, helezonlar çizerek yaklaşmaya başlıyor ve sonunda ateşe düşerek yanıyor. Böyle diyor fizikçi.
Gül ile bülbülün muaşakasında da botanikçi, bir sebep-sonuç ilişkisi buluyor ve bülbülün gül fidanı üzerindeki konaklamasının beslenme gayeli olduğunu ifade ediyordu.
Şairin yorumundan ne kadar farklı.
Şair, koskoca bir aşk fark ediyor bu ilişki etrafında.
Leyla, çölün yakıcı gecesinde pervaneyle dertleşir: Her ikisi de bir ışığın cazibesindedir. Ama Mecnun sevgiliyi aşan bir ışığın cazibesine tutulup da Leyla, karanlığında yapayalnız kaldığında, siz bu kadere tek başınıza isyan edip Şem ile Pervane’nin tarihçesini bilmek hevesine düşersiniz. Bir süre sonra belli ki aşkın Şems ve Mevlana cihetine yöneleceksiniz. Şeyh Galip ve Esrar Dede’yi de merak edeceksiniz.
İran ve Türk edebiyatlarında bunca örneğini gördüğümüz Şem ü Pervane mesnevileri için bir Şem bir de Pervane gerekli.
Şem: Işık saçan her şey Şem’in tanımı kapsamında. Mum şemdir, çerağ da. Kandil de, yıldızlar da.
Işık saçan dedim ya, şem sevgili.
Şem ay.
Şem güneş.
Tasavvufi semboller dizgesinde, şem mürşid. Şem Kur’an. Şem nur-ı İlahi. Bir ışık saltanatındayız artık.
Pervane: “Perv” ile “=ane” son ekinin birleşmesinden. Perv, o da yıldız anlamına geliyor.(²) Kendisini ışığa veren tarafın da ışık saçan bir anlam kökünden geliyor olması ilginç. Kim ışık saçıyor gerçekte? Uğrunda ölünen mi ölen mi?
Pervanenin ayırıcı özelliği aşkı değil ama. Aşkı herkesçe malum ve aşk herkese mahsus. Pervanenin belirleyicisi kendisini ateşe atması. Yanması. Bilerek ve isteyerek.
Çünkü o incizabda. İradesine hakim değil artık.
Cezbe ve incizab. Aşkın halleri.
Cezbe: Cemale yönelme.
İncizab: Cemal tarafından çekilme.
Pervane Şem’in çekim alanına girerek ve dönerek, ne ise o olarak düşer ateşe. Sıfat-ı aşk nedir ki kendini ateşe atmaktan başka pervaneye göre?
Sonunda ateşte ölür pervane. Bu bir yok oluş değil, sevenin sevilende yok olması anlamına gelen bir varlık biçimidir. Bedeli ağır da olsa. Karşılığında şiirlerdesiniz, ihsan sonradan gelir.
Ne işi var pervanenin şiirde? Mum ışığında şiir yazan şairin pervaneye yüklediği anlam mı? Onunla kendi aşıklığı arasında kurduğu bağ mı? Pervane gürültü koparmaz; ama ateşe düşerken, cinnet alanında, güzelliği bu. Şem bilir mi? Bilmem. Ama şair bilir. Bilinci yerinde çünkü.
Gönlümüz Pervane’nin yanındadır. Kalbimizde Şem’e karşı bir iğbirar.
Pervane kaderini yaşar, yanar.
Işığına düşen her pervaneyi ateşine de düşürerek yok etmeye yazgılı Şem’in Pervane’den daha parlak yazgılı olduğunu kim iddia edebilir ki?
Alıştığımız, eğitildiğimiz şu ki, bülbül mağdur, gül mağrur. Pervane mağdur, Şem mağrur.
Öyle değil işte! “Tersinden Okunan Hikaye”.
Şem ezelden yazgılı, yanar.Yanar ki ışık saçar. Bir yangın.
Şem yakar, yakmaya yazgılı, ikinci yangın.
Gülün hikayesi, kalbimiz bülbülden yana. Ama “Gülün halinden kim bile?” Bülbül kanat çırpar, anlatır, sesi var onun. Gül öyle mi? Sesi yok gülün, kök salmış, eylemsiz. Gül gibi Şem de yerinde sabit. Oysa pervane eylem içre, kanatları var.
Bütün bu öyküleri bir de tersinden okumanın zamanı gelmedi mi?
Gül ile Şem. Bülbül ile Pervane.
Şem’in teta açısını henüz kimse bilmiyor. Korkarım o da daima doksan dereceden küçük.
NOT: Nazan BEKİROĞLU’nun Mor Mürekkep Kitabından alıntıdır.
Kalemine sağlık Nazan BEKİROĞLU
Kaydol:
Yorumlar (Atom)




